Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

9 Mayıs 2014 Cuma

Distopyaya Doğru II: Sivillerin Militarizmi


Silah başına vatandaşlar
Taburlarınızı oluşturun
Yürüyelim, yürüyelim
Saf olmayan düşman kanı
Tarlalarımızı sulayana kadar
*La Marseillaise (Fransız Ulusal Marşı)


 Darbe dönemlerini hepimiz karanlık dönemler olarak okur ve hatırlarız. Bu dönemler kışla disiplininin bütün ülkeye yayıldığı dönemlerdir. Asker insanların hangi gazeteleri okuyacağından yolda kaç kişinin birlikte yürüyeceğine kadar karar verme yetkisini kendinde bulur ve bu konuda güç kullanmaktan çekinmez. Binlerce kişi öldürülür, işkenceden geçirilir, kayıplara karışır ve vatan sağ olur!

 Birey, asker olarak yetiştirildiğinde ordu bütün toplumu disiplin altına alma çabasını meşru görecektir. Okullardan hastanelere kadar her yerde bir kışla disiplini söz konusuysa, komutanlar bütün toplumu emir erleri olarak görmekten çekinmezler.

Kışlalar devletin kendi yurttaşına savaş esiri muamelesi yaptıkları yerlerdir. Köleleştirilip orduya dâhil edilen savaş esirlerinin yerini kendi varlığını vatana feda etmeye ikna edilmiş yurttaş almıştır. Asker, parka, postal ve silahı taşıyan bir canlıdan ibarettir ve üstündeki her şeyden daha değersizdir. Yaşam hakkının yerini silahın kutsallığı ve iradesinin yerini komutanın hönkürmelerine duyulan itaat almıştır. Askerlerin ölümü büyük bir vicdan gösterisine dönüşse de yüksek rütbeliler için ölen asker kırılan bir eşyadan daha değerli değildir.

 Ordular varlıklarını bu kölelik düzenine borçlulardır. Ancak kışlanın dışındaki militarizm içindekinden daha tehlikelidir. Askere giden yakınını büyük şölenlerle uğurlayan insanların ahlâkı, bir generalin savaş hırsından daha tehlikelidir.

  Şüphesiz ki Foucault, okullardan hastanelere bütün kurumların kışla düzeniyle işlediğini söylerken haksız değildir. Militarize olmamış yurttaş, ordu için düşman ülkenin ordusundan daha tehlikelidir. Kurumların işleyişi bu yüzden sivillerin askerleşmesi ve bütün yurttaşların kendini bir asker disiplininde hissetmesi kadar önemlidir. Tüm bu işleyiş içinde resmi ideoloji, Mankurt’un kafasına yapıştırılan ceylan derisi gibi[1]  zihnimizdedir.

 Faşizm kelimesi Roma’nın bütünlüğünü simgeleyen fasces sembolünden gelir. Birbirine bağlanan uzun silindirler halkın tek vücut olmasını ve bunların başına konan balta lideri sembolize eder.[2]

 Roma’dan Bismark Prusyası’na, Nazi Almanyası’ndan Türkiye’ye kadar iktidarlar yurttaşlarına bu düşünceyi benimsetmeye çalışmışlardır. Ülke, devletiyle ve toplumuyla düşmanlara karşı savaşması gereken bir bütündür ve nasıl bir boksör yumruk atarken elinin fikrini almıyorsa, yurttaş da devletin gösterdiği hedefe karşı sorgulamadan gitmelidir. Militarize olmayan, devletin ve toplumun genel görüşlerine uymayan insanlar vücudun parazitleridirler, devlet ve militarist toplum, onlara iyileştirilmesi ya da temizlenmesi gereken canlılar olarak bakar.[3]

 Şüphesiz ki yaşamın önemsizleştiği yerde ölüm kutsallaşacak, kitleler “Viva La Muerte” ve “Vatan sana canım feda” gibi sloganlarla kendilerini ve başkalarını feda etmeye hazır hâle geleceklerdir. Faşizmin kökeninde militarizm yatar. Militarist eğitim dünyayı dost ve düşmanlardan ibaret olarak gören semboller karşısında ölmeyi göze alan insanlar yetiştirir. Şüphesiz ki kendi hayatını değersiz gören bir insan, kendisi gibi düşünmeyen birini öldürmekten ve ya işgal ordusunun bir üyesi olarak gittiği ülkede çocukları katletmekten çekinmeyecektir.

  Sonuç olarak; silahlara tapan yığınlar silahların varlığından daha tehlikelidir. Silahlar ve semboller kutsallaştıkça hayatlarımız onların gölgesinde birer teferruata dönüşecektir.



[1] Bir efsaneye göre Avarlar ele geçirdikleri düşmanın kafasına ceylan derisi yapıştırıp onu bir çölde bırakırlardı. Saçları içeri doğru uzayan esir, bilincini yitirir ve söylenilen her şeyi yapan bir köleye dönüşür. Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında bu efsaneden detaylıca bahsedilir.
[2] Serdar Kaya, Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği, Nirengi Kitap Yayınları, İstanbul 2011, syf.188
[3] Costa Gavras’ın “Z” filminde, faşist bir parti lideri kendilerinin “zararlı hücrelerle savaşan antikorlar” olduklarını söyler. Zihniyeti anlayabilmek için iyi bir film olduğunu söyleyebilirim.