Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

9 Nisan 2013 Salı

Hastalıklı Bir Estetik Algısı


Moda sektörü kadını öncelikle bir imaj olarak sunar ve ürettiği kadın imajlarını medya aracılığıyla yaygınlaştırır. Kadınlar her gün her yerde karşılarına çıkan bu imajlardan etkilenir ve “işte kadın olmak böyle bir şey olmalı” derler. İşte kadınlar böyle düşünmeye başladıkları anda kendilerine rağmen başka bir şeye dönüşmeye de başlamış olurlar. Tüm bu süreci kendi özgür seçimiymiş gibi algılayan kadın iktidarın tuzağına düşer. Sonuçta moda, medya ve reklam sektörü işbirliği içinde, kadınların nasıl besleneceklerinden nasıl konuşacaklarına, nasıl duygulanacaklarından nasıl giyineceklerine kadar her şeyine karar verirler.
 Moda sektörü kadının kişiliğini parçalar. Kadınlar, patriyarkadan sonra kendilerine ait olmayan bir dünyada yaşadıkları için kendilerini gözetlemeyi öğrenmişlerdir. Moda sektörü de benzer bir şey yapar; kadınları seyirlik bir nesne yapar, “estetik açıdan” gözetler. Böylece iktidarın en sinsi biçimi olan içselleşmiş otorite daha da güçlenir. Bu süreçte kadının kişiliği, gözetleyen yan (erkeğin bakışı) ve gözetlenen yan (kendisi) olarak ikiye bölünür; kadın kendisine yabancılaşır.
 Görüldüğü gibi modanın kadınlarla özdeşleştirilmesi nedensiz değildir. Tek kelimeyle kadınlar modanın saldırısı altındadır. Nitekim moda kadınlara birçok açıdan zarar verir.

*Esra Yılmaz - Estetik Bir Saldırı: Moda (Meydan Gazetesi / Mart 2013)


 Güzellik algısı, insan beyninin nesneleri ve görüntüleri tanımlamasının doğal bir sonucudur. İnsan bu algıya kendiliğinden sahiptir, tarih boyunca da sahip olmuştur. İnsanın bir güzellik anlayışına sahip olması, gördüklerini buna göre algılaması ve kendini bu güzelliğin içinde görmek istemesi gayet doğaldır.
Ancak bugün, bu doğal algının ötesinde, hastalıklı bir estetik algısıyla karşı karşıyayız. İnsanın nesneleri yorumlamasından öte, bireyi kontrol etmeye ve sınıflandırmaya yönelik, insanları çeşitli görüntülere mahkum eden, insanları tıpkı fabrikada üretilmiş gibi kategorize eden, insan doğasına ve sağlığına aykırı görünümlere mecbur bırakan, sakat bir güzellik algısıyla karşı karşıyayız.

 Bunu anlayabilmek için öncelikle görünüşçülüğü anlamamız gerekir. Hepimiz ırkçılığın, dini hoşgörüsüzlüğün, cinsiyetçiliğin kötülüğünden, insanları ötekileştirdiğinden ve insanları tanımlamak için oldukça dar kalıplar olduğundan bahsederiz ancak algılarımıza işlemiş görünüşçülük hastalığını çoğumuz fark etmeyiz. Bugün bir çoğumuz görünüşçülüğün şiddeti altındayız, daha kötüsü bu şiddeti başkalarına karşı kullanıyoruz.
Görünüşçülük, bizi çocukluk yaşlarımızda etkisi altına almaya başlıyor. Etrafımızdaki insanları vücut şekillerine göre kabulleniyor ve ya dışlıyoruz. Bu çoğu kişi için önemsiz bir çocuk yaramazlığı olarak görünecektir ancak  çocuk yaramazlığından öte, bir yetişkin ahmaklığının çocuklara yansımasıdır. Çocuk, ailesinden ve çevresinden öğrendiklerini kabullenir ve insanları bu öğrenilmişliğe göre değerlendirir. Akran zorbalığı(bullying)na* maruz kalan çocukların bir çoğu dış görünüşleri yüzünden arkadaşlarının hedefi olur. Oynadıkları oyuncak bebeklerde, izledikleri filmlerde, resimli kitaplarda ve bunun gibi bir çok şeyde bir güzel görünüm tanımına sahip olan çocuk, bu görünüme uymayan diğerlerini dışlar ve kendi uymadığı takdirde kendinden nefret eder. Görünüşçülük hastalığı, dünyayı algılamaya henüz başlamış bir beyne böyle yerleşir. Bu mikrop, büyüyen beyinle birlikte büyüyecek ve algıları ele geçirecektir.

 İnsanlardaki bu anlamsız takıntıyı oluşturan ise büyük ölçüde medyadır. Medya, filmler, diziler, dergiler, reklamlar yoluyla bir estetik anlayışı oluşturur ve insanlara bu estetiği benimsetir. Sistem hayatımızın her alanına müdahale ettiği gibi, estetik anlayışımıza da müdahale eder ve nasıl güzel olacağımızı, neyi güzel bulacağımızı bize söylemeye başlar. Guy Debord; "Gösteri, metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır."** der. Bize meta olarak, metayı pazarlama yöntemi olarak dayatılan algı, toplumsal yaşamımızı işgal etmiş durumda. Biraz klişe olsa da, rol yapmaya ve bu role uygun görünmeye zorlanıyoruz. Bitmeyen bir gösterinin parçasıyız, evimizi terk ederken kendimizde sahneye çıkar gibi değişiklikler yapıyoruz, üstelik çoğumuz, tiyatrocuların ve sinema oyuncularının aksine yaptığımız şeyin gerçek olmadığının farkında değiliz.

 Bu şiddete en çok maruz kalan, ondan en büyük zararı gören ise şüphesiz ki kadındır.

 Kadının maruz kaldığı kötü durum, görünüşçülükten ibaret değil. Güzel görünme zorunluluğu, kadın üzerinde her zaman bir baskı olmuştur. Kadının bir birey olduğu asla kabul edilmez, erkek için var olduğu ve erkek için iyi görünmesi gerektiği düşünülür.
Kadının güzelliği sağlığından ve hayatından daha önemlidir. Kadınlar bu güzellik uğruna büyük acılar çekmişlerdir. Kuzey Tayland'da bir kabilenin kadınları boyunlarına çocukluktan itibaren halkalar takar ve ölene kadar çıkartmazlar. Bunun sebebi uzun boyunlu olmanın güzellik olarak algılanmasıdır. Çinli kadınlar güzel olabilmek için küçük ayaklı olmak zorundadırlar, bu yüzden çocukluktan itibaren ayakları bir sargı beziyle bağlanır ve onları taşıyamayacak hâle gelene kadar küçültülür. Senegalli kadınlar güzel görünebilmek için diş etlerine siyah bir toz sürerler. Bu işlem oldukça acı verir.
Dünyanın bir çok yerinde, ata-erkil toplumlarda kadınlar güzel görünmek için bu zahmetli işleri yapmak zorundadır. Kadın, kendini alınmaya hazır bir varlık hâline getirmek için süslemek, bu uğurda sağlığından fedâkarlık etmek zorundadır.

 Modern toplum, insana dair neredeyse hiçbir şeyi daha iyiye götürmediği gibi, kadını bir birey olarak algılamayı reddetmiştir. Kadın, modern toplumda tıpkı ilkel toplumda olduğu gibi, erkek için yaşayan, ikinci sınıf bir canlıdır. Kadının iş hayatına atılabilmesi, eskisinden daha özgür bir hayat yaşaması, onun günümüzde bir meta olduğu gerçeğini değiştirmez.
Güzel görünmek ve tıpkı eskiden olduğu gibi güzellik uğruna sağlığından fedâkarlık etmek zorundadır. Bu simgesel şiddeti benimsemiş, bunun doğru olduğuna ve kendisi için bir kıstas olarak görmesi gerektiğine ikna edilmiştir.
Bu popüler güzellik, bir çok kadında iyi etkiler bırakmaz. Bir çok kadın, bu güzelliğe uyum sağlayabilmek için kimyasallar kullanır, zayıflamaya çalışır, vücutlarına zarar veren kıyafetler giyer.
 Çünkü maruz kaldıkları bu şiddet onlarda bir iç denetim oluşturmuştur ve aynaya baktıklarında kendilerini kendi gözlerinden değil, reklam panoları ve moda dergilerinden oluşan bir filtreyle görürler. Zayıflama hapları, diyetler, sağlıksız makyaj ürünleri, estetik ameliyatlar ve bunun gibi bir çok güzellik aracı yüzünden sağlıklarını kaybediyor ve ölüyorlar. Üstelik bunlar yüzünden hayatını kaybeden kadınların sayısı azımsanacak gibi değil.

 Bugün Anorexia Nervosa hastalığının bu kadar yaygın olmasının sebebi, kadınların güzel görünmek için zayıflamaya çalışmaları ve beslenmeyi reddetmeleridir. Bu hastalığın sebebi çoğunlukla kilo verme isteği ve yapılan diyetlerdir. Bu hastalığa yakalanan kişinin vücudunu algılayışı bozulur, ne kadar zayıf olursa olsun kendini kilolu olarak görür. Bu, popüler güzellik anlayışının, modanın insan algılarına açıkça bir tecavüzüdür.
Bu hastalığa yakalanan Pamela, 2009 yılında kız kardeşinin uğraşıyla Steve Wilkos'un programına katıldı. Ona yaptığının kendisini ölüme götürdüğü söylendiğinde iyi hissettiğini, kötü giden bir şey olmadığını söyledi. Kendini nasıl gördüğü sorulduğunda ise güzel bacakları olduğundan bahsetti. İşin ilginç yanı, hâlâ büyük bir midesinin olduğundan, kilolu olduğundan şikayet ediyordu. Çünkü algıları bozulmuştu ve vücudunu asla beğenmiyordu. Pamela, mankenlik ajansında kilolarıyla dalga geçildiği için yemeden içmeden kesilen Valeria Levitina gibi, sadece salata ve diyet kolayla beslenen ve podyumda ölen manken Luisel Ramos gibi, güzellik kaygıları yüzünden anoreksi hastası oldu ve öldü.

 Onlar, maruz kaldıkları bu şiddeti benimsemişlerdi. Kendi bedenlerinin yerinde kapak kızlarını, reklam modellerini, moda dergilerinin ölçülerini görmek istediler. Kendilerini bu dar ölçülere uydurmaya çalışırken insanın en temel ihtiyacı olan beslenmeyi bile unutuverdiler.

 Bugün kadınların bir çoğu aynı şeyi yapmakta, ataerkil bir sistemin ve onun sektörünün kadınsılığını yaşamak istemektedirler.

 Başa dönecek olursak, güzellik insanların algılarında var olan, kişisel bir şeydir. Güzellik, kimyasallara, öldüren diyetlere ve modacıların ölçülerine ihtiyaç duymaz. Moda, kapitalizmin insan algılarına tecavüzünden başka bir şey değildir. İnsanları kıyafetlere uymaya, ölçülerini kıyafetlere ve makyaj malzemelerine uydurmaya zorlar. Moda, gönüllü köleliktir.
Başkaları sizin nasıl görünmeniz gerektiğine karar verdikçe ve siz buna uyum sağlamaya çalıştıkça, kendi doğanızı reddedecek ve hastalıklı bir algının çizgilerine girmeye çalışacaksınız. Bu sizi sağlığınızdan, kişiliğinizden belki de hayatınızdan edecek.

Aynaya baktığınızda ne gördüğünüzü kendiniz hakkında ne düşündüğünüz belirler. Kendinize onların gözüyle bakmaya çalıştıkça, ne kendiniz olarak bakabilecek ne de kendinizi görebileceksiniz.

Olabildiğiniz kadar çirkin olun, bu hâlinizle bütün sınırlamalardan ve çizgilerden daha güzelsiniz.


(*)Bullying(Akran Zorbalığı): Özellikle okullarda ve iş yerlerinde görülen, kişinin yaşıtları tarafından hedef alınması ve taciz edilmesidir. ayrıntılı bilgi için okuyabilirsiniz. 
(**)Gösteri Toplumu ve Yorumlar, Çev: Ayşen Ekmekçi&Okşan Taşkent, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996 (syf.27)
Steve Wilkos'un gösterisinde ilgili bölümü buradan izleyebilirsiniz.

3 yorum:

  1. Peki samimiyet testi olarak algılamayın sorumu ama bu bahsedilen kadın tiplemesi zaten eril arzunun kadını görmek sitediği 'şey'..kadın tüm algıların ve arzuların nesnesi olmayı reddetmeli evet ama eril arzu diye erkeğe de dayatılan bu estetik ölçülerden erkek de sıyrılmalı diye düşünmekteyim ..selamlar saygılar

    YanıtlaSil
  2. Konunun o kısmına pek değinmediğimi ama ben de aynı şekilde düşünüyorum. Erkek de bu algılardan kurtulmalı, kadına o gözle bakmaktan vazgeçmelidir. Zaten ataerkil düzen, kadını erkek için var olan bir canlı olarak görür.
    Ataerkil düzen, sadece kadını ezmez. Erkeğe de bir rol yükler, erkek de farkında olmasa da bu rol altında ezilir.
    Kadın üstünden gitmemin sebebi; bir çok kadın bu berbat algıyı içselleştirmiş ve kendini tanımlamak için bir kıstas hâline getirmiş durumda olmasıdır.
    Yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılar.

    YanıtlaSil
  3. Evet toplumsal cinsiyet rolleri tabii ki erkeği iktidar olarak kurgular yani kadın gibi ezilmez erkek ama sonuçta her ikisi de kurgulanmış birer makina durumunda..yazı için teşekkürler

    YanıtlaSil