Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

3 Ocak 2013 Perşembe

Modern-İlkel İnsan ve Akıl Tutulması



 İnsan davranışlarını mekanik bir aygıt gibi düzenleyen güdülerle donanmış değildir. Seçeneklerle yüz yüze gelir bu da yaşamı için büyük önem taşıyan konularda doğru olanı seçmemişse büyük tehlikelerle karşı karşıya demektir. Çoğu kez kısa sürede karar vermesi zorunlu olduğu anda içine düşen kuşku, acı veren bir gerilim yaratır; hatta ivedi karar verme yetisini ciddi olarak tehlikeye sokabilir. Bunun sonucu olarak, insanoğlu yoğun bir güven duyma gereksinimi içindedir, kararlarını vermede uyguladığı yöntemin doğru olup olmadığı konusunda kuşku duymanın gereksiz olduğuna inanmak ister. Hatta "doğru" kararı verip onun geçerliliği konusunda kuşlu duyarak işkence çekmektense güven duyarak "yanlış" karar vermeyi yeğler. İnsanın tapınmalara ve siyasal liderlere inanmasının ardında yatan ruhbilimsel nedenlerden biri budur. 
*Erich Fromm – Umut Devrimi

 "Akıl Tutulması" cehâlet ve ya zeka geriliğiyle açıklanabilecek bir kavram değildir. İnsanın zeka geriliği ya da bilgi eksikliğinden çok belli konularda düşünme yetisini kaybetmesi ve saçma inanışları salt gerçekmiş gibi benimsemesi ve ya mantık dışı davranışlar göstermesiyle ilgilidir.
Sigmund Freud "İnançlar toplumsal obsesyonlardır" der. İnanç, toplumların ve kitlelerin anlamsız takıntılarından başka bir şey değildir. Freud, bunu söylerken dini inançları kast etmiş olsa da bu yargıyı dini olmayan inançlar için de kullanabiliriz. Çünkü belli bir önder benimseyen ve onun izinde olan insanların refleksleri, savunmaları ve radikallikleri herhangi bir köktendincinin reflekslerinden farksızdır. Tıpkı köktendinciler gibi anlamsız, çocuksu savunmalar geliştirir ve bütün bilgilerini, düşüncelerini bu çocuksu hayranlığın etrafında toplamaya çalışırlar.
Bir kahramana, öndere duyulan bağlılık düşüncenin gelişmesinde ve insanın birey olmasında büyük bir engeldir. İnsan ne kadar akıllı ve bilgili olursa olsun, zihnindeki bu prangadan kurtulamadığı sürece bir kitlenin parçası olmaya ve ilkel bir kabile putuna tapınır gibi tapınmaya, mantıksız bir inancı sürdürmeye devam edecektir.
İşin trajik yanı; Doğu'da ve Batı'da birçok insan ilkel yaşamdan kalma yargılara sahip. Liderlere inanmak, din, vatanseverlik, milliyetçilik, kişilere tapmak, bayrak sevgisi insanların kabile hâlinde yaşadıkları dönemlerden, ilkel bir evreden kalma şeylerdir. Gustave Herve bu kavramları "İnsanın doğal fenomeni tanımlamadaki beceriksizliğinden kaynaklanan boş inanışlar" olarak açıklar. Bir zamanlar düşündüklerim(düşündüğümü zannettiğim)in eleştirisini ve on dokuz yaşıma kadar aklımı kurtaramadığım safsataların açıklamasını yapmam gerekirse, bunlar bir gücü yenememekten ve yenemediğini benimsemekten kaynaklanan, tıpkı şimşekten korktuğu için şimşeğe tapan ilkel insanın hezeyanı gibi bir psikolojinin ürünü olan benimseyişlerdi.
 Bunu günümüz şartlarında anlayabilmek için Stockholm Sendromu'nu hatırlamak lâzım.

 1973 yılında Stockholm'deki bir banka soyuldu, banka görevlileri ve müşteriler soyguncular tarafından altı gün rehin tutuldu. Altı gün sonra polis soyguncuları etkisiz hâle getirdi ama rehinelerin davranışları beklenenin aksineydi. Rehineler, her zaman soyguncuların lehine ifade verdiler, aralarında para toplayıp onlara avukat sağladılar hatta içlerinden biri nişanlısını terk edip soygunculardan biriyle evlendi.
 Bunun sebebini soyguncuların rehinelere iyi davranması ya da rehinelerin, kendilerinin de maddi zorluklar yaşadıkları için, soyguncularla empati kurması olarak görebilirsiniz. Ancak ben rehinelerin tıpkı gök gürültüsünden korktuğu için ona tapan ilkel insanlar gibi kendilerini korkutan soyguncuları benimsemeye ve onlara hayranlık duymaya başladıklarını düşünüyorum. Rehineler, korktukları ve yenemedikleri güce tapar hâle gelmiş ve bu yenilginin kabulunden kaynaklanan bir sevgi duymaya başlamışlardı.

 Klasik eğitim sisteminde öğretmen, bir korku objesidir. Öğretmen, henüz altı-yedi yaşındaki çocukların karşısında otoritenin temsilcisidir. Gerek Katolik manastırlarında, gerek Sovyet okullarında gerek ise Türk okullarında bu hep böyle olmuştur. Öğrenci, ideal insan ve ideal vatandaş olabilmek için kendini bu eli sopalı otoritenin kollarına bırakmak ve onun emirlerine kayıtsız şartsız uymak zorundadır. Henüz varlığını kavrayamadığı bir çağda onu Türk varlığına, Tanrı'nın hizmetine, Amerikan yurttaşlığına ve ya Sovyet yoldaşlığına armağan etmek zorundadır. Henüz bir savunma geliştiremediğimiz çağda bu korkuyla tanışan bizler, bu otorite ve otoritenin temsilcileri altında ezilmişliğimizi ona bir sevgi besleyerek yadsımaya ve kanımızı emen bu vatanı ölesiye sevmeye başlarız. Bu otoritenin ağırlığını hissetmek ve kendimizi bu hastalıklı organizmaya armağan ettiğimizi hatırlamak için özel günlerimiz, silahlı kuvvetlerle birlikte yürüdüğümüz törenlerimiz ve çocukken söylemediğimizde azar işittiğimiz için aciz bir gurula söylediğimiz marşlarımız vardır. Tıpkı Stockholm'deki rehineler gibi bizi ezen ve korkutan bu güce sevgi duymaya ve onun için fedâkarlıklar yapmaya başlamışızdır.
Bu, hayatımızda bir akıl tutulması olarak kalır. Günlük hayatta ne kadar sağlıklı düşündüğümüz, ne kadar akıllı ve bilgili olduğumuz söz konusu bu obsesyon olunca önemsizleşir. Çünkü bu bir fikirden, idealden çok aşamadığımız bir hastalık hâline gelmiştir. Bu durumda çocuksulaşır ve ilkelleşiriz.
Bugün ABD'de yaşayan Kızılderili asıllıların birer Amerikan vatanseveri olmaları, Rus Yahudilerinin haklarını kısıtlayan Çarlık'a hayran olmaları, Frick'in emrinde çalışan ve aylardır maaş alamayan işçilerin ona suikast düzenleyen Alexander Berkman'ı linç etmeleri, Türkiye'de yaşayan Alevilerin, Ermeni, Rum ve Yahudi asıllıların Kemalizm'i benimsemeleri ve Çingenelerin aşırı milliyetçi olmaları Stockholm sendromu benzeri bir akıl tutulmasından başka bir şeyle açıklanamaz.

Liderlere gelince, onlar bu akıl tutulmasının peygamberleridir. Sistem, insanlara liderler benimsetir ve onlara olağanüstü nitelikler yükler. Kişinin lider olma gibi bir amacı yoksa bile insanlar bu çocuksu refleksi gösterir ve onu lider yaparlar. İnsanlara bir şeyler anlatmak dışında bir amacı olmayan Buda gibi, liderlerden nefret eden ve sadece bu konuma gelmemek için heykelinin dikilmesini istemeyen Marx gibi insanları dâhi liderleştirmekten geri kalmamışlardır. Bir lideri benimsemek, akıl tutulması olduğu gibi insanın yapısına aykırıdır. Bunu yapan kişi, benimsediği lidere -istemeden de olsa- insanüstü özellikler yükleyecek ve onu aşılamaz görecektir. Bu bir totem yaratmak anlamına gelir.
Liderleri, önderleri ve kutsalları olan insan hiç bir zaman özgür düşünemez. Özgür düşünebilmek için yapılması gereken ilk şey bu komik obsesyonları aşmak ve bugüne kadar dokunulamaz denilen şeyleri yıkmaktır.
Tarihin bütün put kırıcıları ister istemez yeni putlar oluşturmuşlardır. Kâbe'deki anlamsız putları yıkan Muhammed belki de yıllar sonra insanların onu putlaştıracağının ve saçına sakalına tapınacağının farkında değildi. Bütün put yıkıcılar, tıpkı George Orwell'in Hayvanlar Çiftliği'ndeki gibi yeni putlar, yeni liderler, yeni aşılmazlar hâline geldi. Şah'a tapanların birkaç yılda Hümeyni'ye tapması buna örnektir. İnsanlık, bu çocuksu takıntıları aşamadığı sürece putlara tapacak ve bu anlamsız kısırdöngüyü tekrarlayacaktır.