Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

4 Kasım 2012 Pazar

Düzenin "Sanatı"na Reddiye




Böyle doğdu DADA, bir bağımsızlık, topluluğa güvensizlik gereksiniminden. Bize bağlı olanlar özgürlüklerini korur. Hiçbir kuram tanımayız biz. Kübist ve fütürist akademilerden, o biçimsel düşünce laboratuarlarından bıktık. Para kazanmak ve kibar burjuvalara dalkavukluk etmek için mi yapılır sanat? Kafiyelerde para şıngırtısı duyuluyor, tonlamalar göbek kavisi boyunca kayıyor aşağı. Bütün sanatçı grupları, başka başka kuyruklu yıldızlara binerek sonunda bu bankaya vardı. Yastıklara gömülme, yeme içme olasılıklarına kapı açık.
Burada verimli topraklara demir atıyoruz.
Burada haykırmaya hakkımız var çünkü biz ürpermeleri ve uyanışı yaşadık.
Enerjiden sarhoş olmuş hayaletleriz, umursamaz tene saplıyoruz üç dişli yabayı. Baş döndürücü yeşilliklerin tropik bollugunda lanet selleriyiz biz, zamk ve yağmur bizim terimiz, kanıyoruz ve susuzluğu yakıyoruz, bizim kanımız güç demek.
Tristan Tzara - Dada Manifestosu

 Şu tanrı, baba ve aile benzetmeleri üzerinde fazlasıyla durdum. Babanın otoritesinden, onun ideal insanından ve kötü çocuğundan bahsettim. Toplum, klasik, çekirdek bir aileye benzer. Bir otoritesi olan ve neredeyse yarı tanrı olan bir baba, mağrur ve yorgun bir anne, devamlı yad edilen ölmüşler, çocukların uyması gereken kurallar, korkulması gereken dış dünya, dış dünyadan korunulması gereken bir ev vardır. Şimdi evin şimarık, haylaz, ukala, yaramaz ama sadık çocuğundan, düzenin sanatçısından ve aydınından bahsedeceğim.
 Nasıl kralların ve kraliçelerin huzurundan ayrılmayan, onlara methiyeler düzen şairler, Vahşi Batı'da haydutların peşinde dolanıp kahramanlık destanları yazan yazarlar, dünyanın en çirkin soylularını birer güzellik abidesine çeviren ressamlar varsa baba evinin de her zaman sevimli, şimarık bir çocuğu vardır. Bu çocuk, gösterilen sınırlar içinde farklıdır. Yapabileceklerinin ve söyleyeceklerinin her zaman bir sınırı vardır. Etrafı dağıtmadığı sürece oynamasına izin verilir. Şans kaza söylenenleri yapmıyor ve muhalifleşiyor ise bunun sebebi özgürleşmesi değil, babanın ölmesi ve evin yeni reisinin pek sevilmemesidir. Her iktidarın elinde böyle bir düzine aydın bulunur. Bu satırları okurken kafanızda birkaç suratın canlandığına eminim.

 Sistemin ürettiği, pazarladığı sanat sınırlıdır. Çünkü sanat eseri, sanat eseri değil bir tüketim malı olarak algılanır. Bir kahve fincanı gibi üretim standartları, kalite standartları vardır ve buna uygun üretilmediği zaman kalitesiz, bozuk, hatalı üretim olur.
Kapitalizm, kalıpların düzenidir ve insan beyninin en büyük başkaldırısı olan sanat bile bu kalıplardan kurtulamamıştır. Eser önem taşımaz, önem taşıyan onun nasıl pazarlandığıdır.
 Bir pisuvar, sanat eseri olabilir mi? Eğer iyi pazarlanır ve sevgili jürinin onayından geçerse olabilir. Sergilendiği yerlerde fotoğrafın önünde durup "Sanatçı burada ruhunun çıkmazını yansıtmak istemiş" gibisinden afilli cümleler kuran haylaz ve sadık çocuklar olacaktır. Yandaki fotoğraf, Marcel Duchamp'a ait. Kendisi zamanın ünlü ressamlarından biri. Aynı zamanda matematikçi, satranç şampiyonu, yani deha denilebilecek bir insan.
 Gördüğünüz eseri, R. Mutt takma adıyla New York'taki bir sergiye yollayınca kabul edilmedi. Daha sonra kendi adıyla yolladı ve "Fountain" adını verdiği bu eser, büyük bir sanat eseri olarak kabul edildi ve sergilendi.
 Çünkü eserin kendisi, niteliği değil nasıl pazarlandığı ve ne olarak pazarlandığı önemliydi. Düzenin sanatı, fetişisttir. Eserin kendisine değil, isimlere tapar. Düzenin eleştirmenleri için ise sanatın bir müfredatı vardır ve sanatçı bir ilk okul öğretmeni gibi ona uymak zorundadır.
 Marcel Duchamp, büyük bir şey başardı. Bir pisuvar ile düzenin sanat anlayışıyla dalga geçti, onu rezil etti. Eminim evin yaramaz çocukları sergilerde sanatçının ruhunun açmazlarını yansıttığından bahsederken Duchamp bunları düşünüp gülüyordur.

 Bunun klasik olanın reddi olarak düşünebilirsiniz ama ben bunu yapmıyorum. Klasik olarak bildiklerinizi değil, bu kavramın kendisini reddediyorum. Shakespire'in büyük bir şair olduğunu değil, klasik olduğunu reddediyorum. Bugün sizin klasik olarak bildiğiniz insanları zamanında kimse anlamadı. Nasıl Roma, bir isyan olarak doğan Hıristiyanlığı kendine uydurup dejenere etmiş ve dünyaya öyle yaymışsa, düzen sanatı ve büyük sanatçıları kendi müfredatına ve sınırlarına sokup öyle tanıttı. Yaşarken kalıplara sığmayan insanları öldükten sonra sığdırdı.
Turhan Selçuk'un karikatürü biraz politik bir mesaj taşısa da sistemin sanatçıya karşı tavrı bundan farklı değildir. Maskesini değiştirdikçe eskiden dışladıklarını ve ötekileştirdiklerini, yok etmeye çalıştıklarını benimser ve savunuculuğunu üstlenir. Nazım Hikmet ve Ahmet Kaya örneklerinden görülebilir. Elbette sanat kimseye yasak değildir ama politikacıların bugün bu insanların adını ağızlarından düşürmemelerini oldukça iki yüzlü buluyorum.

 Bir zamanlar siyahi kölelerin, varoşların müziği olan jazz'ın bugün zengin salonlarından eksik olmaması bunu açıkça gösteriyor. Sanatın elitleşmesi ve bir zümrenin uğraşı hâline gelmesi gerçek bir dejenerasyondur. Sanat sanat içindir, sanat toplum içindir, sanat şunu yansıtmalıdır, bunu yansıtmalıdır tartışmalarından haz etmem. Çünkü sanatın bir aidiyeti ve sahibi yoktur, olamaz.
 İktidarlar, sınırları dışına çıkan hiç birşeyden hoşlanmadıkları gibi, sınırları dışına çıkan sanattan da hoşlanmazlar. Düşüncenin özgürlüğü ve sanatın özgürlüğü arasında doğru bir orantı vardır, biri olmadan öteki mümkün değildir.

 Bir çocuk gökyüzünü mor çiziyorsa, mor gökyüzünün onun için bir anlamı vardır. Gökyüzünün mavi olduğunu görür ama onu mor olarak kurgular. Çocuklar, hayali arkadaşlarının varlığına asla inanmazlar, onları kurgular ve varmış gibi yaparlar. Biz törpülenmiş yetişkinler onların yaratıcılıklarını kendi sıkıcı gerçekliklerimizle sınırlamaya bayılırız. Çünkü kafasını bir devekuşu gibi sistemin kumuna gömmüş olanlar, hayal görmek ile hayal etmek arasındaki farkı asla anlamazlar. Çocukların hayal gücü sınırlandırılmalı, mümkün olduğu kadar yok edilmelidir çünkü uyum sağlamaları gereken bir toplum ve varlıklarını feda etmeleri gereken varlıklar vardır ki hayal güçlerini sonsuza kadar işgal etmesi gereken hayal budur. Bir çocuğun yaratıcılığına dahi tahammülü olmayan bir toplumun, bir sanatçıya sınırlar koyması şaşırtıcı değildir.

 Sanat, marjinal değildir, olamaz. Kesin bir doğrunun olmadığı yerde bu kavramdan bahsedemeyiz. Marjinal diye bir şey yoktur, marjinalize edilmiş insanlar ve doğrular vardır.
 Ben marjinal değilim. Sadece kendim gibiyim. Sistem, kendim gibi olmama müsaade etmiyor. mor gökyüzünü maviye boyamaya çalışıyor bu yüzden sistemle aram pek iyi değil. Toplum, kendi yediği pislikleri gerek afilli kavramlarla, gerek zorla bana yedirmeye çalışıyor bu yüzden onunla da aram iyi değil. Marjinal yoktur, eğer varsa insan doğası gereği marjinaldir ve onun ürettikleri de öyle olacaktır.

 Sanatı kalıplara sokmayın. Klasikleştirmeyin. Ars longa, vita brevis! İnsanlığın en büyük gerçeği olan ölümü ve zamanı bile yenebilen sanatın kalıplara gireceği, girmesi gerektiği yanılgısına sakın düşmeyin! Büyük bir gaflet olur.
Yazıyı bir sanatçının manifestosuyla bitiriyorum.


Ödülleriniz benim için değil, ben kötü olmaya mahkumum
Yüz karası, buruşmuş hayaller, tüm sisteminiz beni iğrendiriyor
Yıldızlık hayallerinizi kendinize saklayın, beni nasıl anlayabilirsiniz?
Anlamları ve sonuçları karıştırmam ve dünyanın titrediğini görebiliyorum
Verdiğimiz sözleri hatırlıyor musun, zaman onları darmadağın etti mi?
Petite durmadan kaçıyor, özgürlük aşkıyla, reklamlar umrumda değil
Ben kimsenin sanatçısı değilim, ben ruhumun kalemiyim
Köpek dünya! Kulübesine asla geri dönmeyeceğim!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder