Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

20 Ekim 2012 Cumartesi

Tanrı Gerçekten Öldü Mü?




http://p.twimg.com/AvNJe4lCAAEzjMB.jpg
 Tanrı'ya inanmak ya da inanmamak bir tercihtir. İnsan mantıksal ya da duygusal sebeplerle tanrıya inanabilir ya da onu reddedebilir. Varlığını ya da yokluğunu tartışmayacağım, bunu tartışmanın artık anlamsız olduğunu düşünüyorum. Günlük hayattaki tanrıdan ve arasında su ile buz gibi bir ilişki bulunan baba'dan bahsedeceğim. Bugün bize anlatılan Tanrı, ataerkildir dolayısıyla baba ile doğrudan ilişkilidir. Tanrı'nın öldüğü söyleniyor, oysa tanrı ölmedi sadece şekil değiştirdi.
Acı bir gerçektir ki; çocukluk hastalıklarından kurtulamamış bir toplumda yaşıyoruz. Toplum kuralları, gelenekler, eğitim sistemi bu toprakların insanlarını bir çocukluk hastalığına mâhkum etmiş. Türk insanının ölürken ve vergi verirken sorun çıkarmaması için bir baba'ya ve bir tanrıya biat etmesi lâzımdı. Tanrı ve baba, tıpkı Hıristiyanlıktaki teslis inancı (baba-oğul-kutsal ruh) gibi bilinçlerimize yerleştirildi. Tanrı ve baba, ayrılmaz bir bütündü. Tanrı babayı, baba tanrıyı korumak zorundaydı çünkü babanın varlığı tanrıya bağlıydı ve tanrının bilinmesi babanın sorumluluğundaydı.

 Baba'nın ne olduğunu anladınız değil mi? Çocukluğumuzdan beri varlığımızın armağan olduğu yüce varlığı tanımakta zorlanmamışsınızdır eminim. Yine anlayamadıysanız bir reklamla yardımcı olayım.


 

 Hepimiz bir aileyiz. Bütün ülke bir aileye benzetilmiş ve bu ailenin barış içinde yaşaması gerektiği söylenmiş. Kulağa hoş geliyor değil mi? İnsanlar çatışmaya başladığı zaman bir baba ortaya çıkıyor yüksek otoritesiyle uyumu sağlıyor. Ne kadar farklı olursanız olun ne kadar düşünürseniz düşünün babanın otoritesi karşısında söz hakkınız önemsizleşiyor ve huzur adına söyleyeceklerinizden taviz verip bir kenara çekiliyorsunuz.
  Diktatörlerin ve zalimlerin en büyük bahanesi düzen ve barıştır. V For Vendetta'daki İngiliz halkı panik ve korku hâlindeyken onlara düzen ve huzur vaadeden Adam Sutler'a sarılır. Tıpkı bazılarının bugün ülkede iç savaş vardı, kardeş kardeşi vuruyordu, bir gecede bütün şiddeti bitirdi bahanesiyle ülke tarihinin en kanlı günlerini yaşatan generalleri yüceltmesi gibi.
 İnsanların bir otoritenin korkusunu taşıdıkları bir ortamda barıştan söz edilemez. Çünkü korkarak susan insanlar içlerinde bir öfke biriktireceklerdir. Otorite her zaman var olanı yok etme çabasındadır oysa var olan asla yok olmaz. Otorite, konuşanı anlamadan susturma çabasındadır çünkü birilerinin konuşması onun egemenliğini tehdit eder. Bütün bunları bir reklamdan çıkardığım için paranoyak görünmüş olabilirim. Ama reklamları hazırlayan insanlar yaşadıkları toplumu tanımak ve onlara hitap etmek zorundadırlar ve bu reklam çocukluk hastalıklarından kurtulamamış bir topluma hitap ediyor. Ayrıca biraz paranoya iyidir.
 Bundan birkaç yıl önceki domuz gribini hatırlarsınız. Bir türlü anlaşma sağlanamayan aşı konusunda röportaj yapılan bir adam "Büyüklerimiz olun diyor, onlar kötülüğümüzü istemezler, bir şey diyorlarsa doğrudur" demişti. Babanın şiddetine ve baskısına karşı çıkmaya cesaret edemeyen insan onu sevmeye ve ona mecburen güvenmeye başlar. Reklamdaki de mecburiyetten güvenilen ve sevilen bir babayı hatırlattı bana.
 Tanrıların düzeninde yaşıyoruz. Tanrı ölmedi ve insanlar onu tabiri caizse bir akıl hastanesinde yaşatmaya devam ediyorlar. Üstelik kurtulamadıkları zincirlerden gurur duyuyorlar. Korkularını kibirle bastırıyor ve onlara eziyet edene karşı bir sevgi duyuyorlar. Baba onları feda ettiğinde ve hayatlarını hiçe saydığında dahi buna karşı çıkmak şöyle dursun, bunu büyük bir gururla kabulleniyorlar. Çünkü bu babanın kanlarını içerek beslendiği ataları ölümü kabullenmişti. Çünkü bu organizmanın onlara darağaçlarında ölen atalarından miras kaldığına inanıyorlar.
 Tanrı, insanların imanı sayesinde yaşıyor. Ne zaman öldüğü zannedilse ruhu başka bir bedende ortaya çıkıyor.
 Şimdi bu babayı ya da yaygın deyimle Tanrı'yı öldürmekten bahsedelim.
  Tanrı'yı öldürmek! Kulağa hoş geliyor. Tanrı'yı öldürmeliyiz peki ne için? Özgürleşmek için mi? Yoksa yerine geçmek için mi? Şunu söylemeliyim ki; benim görüşüme göre Tanrı asla ölmedi. Sadece şekil değiştirdi daha doğrusu reenkarnasyona uğradı. Yani farklı şekillerde, farklı kalıplarda yaşamaya devam etti. Dindar olsun ya da olmasın, bir dine inansın ya da inanmasın insanlar tanrıya, tanrılara tapmaya devam ettiler. İnsanlardan tanrılar yarattılar ve onların ölümünü dahi kabullenemediler. Putlara dair değişen tek şey şekilleriydi ve insanların tapınmalarına dair değişen tek şey verdikleri isimlerdi. Çünkü put kırıcıları, birer Oidepus'tu. Kendilerine eziyet eden babayı öldürürken niyetleri özgürleşmek değil babanın yerine geçmekti. Çocukluktan asla kurtulamamış bir toplumun ilerlediği en son yer Oidepus Kompleksi'yse durum oldukça kötü demektir.
 Hükümdarlar, Tanrının egemenliğinden çıktıklarından beri tanrıyı yönetiyorlar. Modern zaman, politikacıların, hukukçuların, para babalarının, eğitim sisteminin ve medyanın organize bir şekilde tanrılar yarattığı ve halkın bu tanrılara inandığı zamandır.
 Tanrı, birileri tanrı olmak istediği sürece ölmeyecek. Bu yüzden asla ölmedi ve uzun süre ölmeyecek. Düzenler kurulacak, yıkılacak, tanrı şekil değiştirecek ve insanlar babanın gönüllü, söz dinleyen evlatları olarak savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye devam edecekler. Babaların kavgasında çocuklar ölecek.

 Evreni yaratan bir Tanrı'yı reddetmek kendi başına bir şey ifade etmiyor. Herhangi bir düzeni reddetmek kendi başına birşey ifade etmiyor. Önemli olan bütün tanrılardan ve babalardan kurtulup özgür çocuklar olabilmek.
 İşte o zaman "Tanrı öldü" diyebileceğiz...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder