Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için dikilirken acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir

-Max Horkhaimer

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Siyah Ahitler IV: Yalnızlık ve Yeni Üzerine

 
  Cehennemden kendi ateşini üstünde unutup kaçtığın günü hatırlıyorum. Senin için biçilmiş ateşten hırka paramparçaydı. Ama hâlâ üstündeydi. Kurtulana kadar ne sancılar çektin! Ne kadar zordu.
 Yalnızlığın ilk safhası ne kadar da zordu. Sen kolay zannediyordun, belki de bütün zorluğu bundandı. Onların yöntemleriyle eski köhnemiş dünyayı yıkacak ve yenisini inşa edecektin. Onların şiddetiyle, nefretiyle ve klasik lanetlemeleriyle kendine sınırlar oluşturup orada yaşayacaktın. Eski dünyaya alışık olduğu bir şeyi, nefreti karmaşayı yeniden getirecektin.

 Sana hiç kızamıyorum. Her şeyi aldılar ve sana sadece nefret bıraktılar. Bütün kelimelerini onun üstüne inşa ettin. Kendi dilini onun sesleriyle konuştun. Onların dünyasında nefret her şeyindi. Ona çok şey borçlusun. Eski bir dost gibi içinde taşıyorsun. Nefreti sev ve önemse ama unutma: bu hissi sana onlar verdi.

 Yalnızlıktan bahsediyorsun. Ne büyük bir yanılgı! Zihninde yaşayan kalabalıklar etrafında olmadığı sürece yalnızsındır ve zihnini bu gereksiz insan yığınından temizleyemediğin sürece yalnız kalacaksın. Işığın onlar olduğu sürece gözlerini karanlığa alıştır.

 Kalabalıklar senin evrenini daraltıyorlar. Neden uçsuz bucaksız  bir evrende dolaşmak yerine gökkubbeni daraltması için insanlardan yardım istiyorsun? Kaçtığın bu değil miydi? Dünyanı neden köhne zamanın mültecileriyle dolduruyorsun? Üstelik kendilerinin farkında bile değillerken. 
 İnsanları kabul etmek bir erdemdir belki ama ateşini onların kirli suyuyla söndürmek kendine karşı işleyeceğin en büyük günahtır! Benliğin, kendine karşı işlediğin günahları asla affetmeyecek.

 Sen affedilmeyen ve kabul edilmeyensin. Sen onların dünyasında şeytanın sureti ve lanetin sebebisin. Dünyanın en onurlu yalnızlığını yaşıyor ve omuzlarının arasında taşıdığın şeyin acısını çekiyorsun. Onun etkisiz olduğu bir dünyada sancısız yaşamaktansa bu kutsal acıyı kabul ettin. Bırak gitsinler. Bu geniş evrendeki dar dünyalarında yaşasınlar. Sen devam et...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Yıkıma Yakın Bir Uyarı (6.Mektup)

 
  Ne kadar uzaklaşırsak, o kadar yakından görüyoruz. Altına boyalı ütopya şehirlerinizden uzaklaştıkça, üstüne kurulu oldukları zift ve çöplük yığınını daha iyi görüyoruz. Kaçmanız için sizi uyardık. Çünkü devasa binalarınız yıkılır yıkılmaz kendinizi bir zift yığını içinde bulacak ve belki de o ziftte boğulacaksınız. Oysa siz görkemli boyaların ihtişamına ve yerin yedi kat altındaki gökyüzü gezintisine o kadar kapılmıştınız ki, sesimiz sizin için ancak bir fısıltı olabildi. Bu yüzden sizi zifte batmış ağlarken, yardım isterken ve zift yığınının içinde eriyip giderken zevkle izleyeceğiz.

 Bizi cehennemle tehdit ettiniz. Oysa siz kendi cehenneminizde yaşıyorsunuz. O kadar acizsiniz ki, kendi cehenneminizi, kendi ızdırabınızı yaratmayı bile beceremediniz. Başkalarının sizin için yarattığı ızdırabı çekiyorsunuz ve kurtarılamayacaksınız. Kurtarılamazsınız, ancak kurtulabilirsiniz. Bunun bilincine varmadığınız sürece kurtarılmayı bekleyecek ve hayal kırıklığına mahkûm kalacaksınız.

 Siz, zamana ve doğanıza karşı çıkıp geri kalan her şeye boyun eğdiniz. Onlara boyun eğmeniz gerekmiyordu. Sadece kendiniz olarak devam edebilmek için uyum sağlamalıydınız. Ama siz, bütün hayatınızı zamana ve doğanıza karşı çıkmaya ve geriye kalan bir boyun eğme silsilesine adadınız. Onlarla uyum içinde yaşayabilir, hatta onlara hükmedebilirdiniz. Ama yapmadınız.

 Mutlu olduğunuzu zannediyorsunuz oysa avuntularınızı kaybettiğinizde öleceksiniz. Biz avuntularımızı kaybetmedik, onları bıraktık. Kendi avuntularımızı yaratıyoruz, ama bizi hayatta tutan bu değil. Ölüme asıl yakın olan, hayatı sevdiğini ve mutlu olduğunu söyleyen sizlersiniz. Boynunuza dolayıp kendinizi bırakacağınız urganı boyalı mutluluklarınızın ardında taşıyorsunuz.

 Bizden korktuğunuzu zannettiniz. Oysa korktuğunuz biz değildik. Korktuğunuz, yatağınızın altında olduğunu zannettiğiniz düşsel canavarlardı. Kendinize sahte ve görkemli bir dünya yaratmanın bedeli düşüncelerinize zincirlenmiş ve her yerde peşinizde dolaştırdığınız sadık korkularınızdı. Korkularınızla yüzleştiğinizde görkemin altındaki pisliği görecektiniz. Sahte de olsa mutluluğunuzdan daha çok saygı duymalıydınız onlara. Oysa siz yarattığınızı yok etmek yerine ondan kaçmayı tercih ettiniz.
 En trajiği de önce kurgulayıp sonra korktuğunuz kaçtığınız o büyük, o herşeyin farkında olan yaratıktı. Ondan korkup kaçarken, yarattığınızı görmezden gelirken ve içten içe var olmamasını isterken ne kadar da komiktiniz.

 Felâketiniz zannettiğinizden daha yakın. Boyun eğdikleriniz, ziftte yüzerken size yardım etmeyecek çünkü onlar da sizin gibi boğuluyor olacak. Yarattığınız gösteri tanrılarıyla aslında eşit olduğunuzu o zaman fark edeceksiniz. Boyun eğmek sizi kurtarmayacak ancak uyum sağlamak ve farkındalık... Sizi o iğrenç okyanustan çekip çıkarabilir. Bu bir tehdit değil, gelecekten gelen bir haberdir.
 Yıkılacak... Çünkü berbat yaptınız.


6 Mayıs 2012 Pazar

Siyah Ahitler III: Kadının ve Yılanın Yolundan


 
Lilith’e işkenceler etti 
sandı ki martılar hep ona konacak 
kadın kitledi bir gün kapısını, istemedi 
ne de olsa ikisi de aynı topraktan yaratılmıştı 

-Çağdaş Çetinkaya -  Cehennem Tarihi / Lilith Şiiri


 Düzenin kimse tarafından bozulmadığını anla artık. Yanlış yapılmış bir şeyin bozulma olasılığı yoktur. Onu düzeltme umuduna kapılma çünkü yapamazsın.  Rüzgârın geldiği yeri yok etmeden yönünü değiştiremezsin. Var olanı düzeltmek yerine kendininkini yaratmak daha gerçekçi ve onurlu bir davranıştır. Bir taşı yontabilirsin, ama yanlış yapılmış bir heykeli yontamazsın. Yontulacak taşa, heykel yapılacak kile zaten doğduğundan beri sahipsin. En büyük hastalığın da bu zaten; kendi heykelini yapmak yerine başkasınınkini yontmaya çalışmak...

 Sana kadının ve yılanın lanetli olduğu söylendi. Yanlış yapılmış bir düzeni onların bozduğunu söylediler. Hiç yaşanmamış Altın Çağ'ı onların bitirdiğini ve onlardan uzak durursan ona ulaşacağını söylediler. Yalan söylediler. Düzen baştan bozuktu. Çünkü düzen, doğasını yaşayana ve isyan edene nefret üzerine kuruluydu. Sen hep Lilith'in öfkesinden korktun. Çocuklarını onun öfkesinden korumak için onlara muska taktın. Oysa onları koruman gereken Lilith'in isyanı değil Havva'nın itaatkârlığıdır.

Çocuklarını doğar doğmaz gururun idam sebebi sayıldığı bir dünyaya hediye ettin. Onlara egemenlerin yolunu gösterdin. Birkaç resim çizili at gözlükleriyle onları yalnız bıraktın. Medeniyetin sana yaptığı sen çocuklarına yaptın. Kötü değilsin, ama kötülerin kalıplarını üstünde gururla taşıdığın için kötüden daha aşağılıksın ve suçlusun. Kendine karşı bu ihanetini nasıl affedeceksin? Kendi onurun ve vicdanın karşısında küçük düştüğünde kendini nasıl savunacaksın?

 Kendine karşı duyacağın suçluluktan kurtulmanın tek yolu düşsel zincirini ve deli gömleğini çıkartıp atmaktır. Çıkartamıyorsan bile, onunla övünme. Çünkü o sana ait değil.

 Medeniyetin çürüklüğünden kendini kurtarmanın tek yolu ise Lilith'in yolundan gitmektir. Adem ve Havva'nın çocuğu olmayı reddedip, bu onuru için sürülen, işkence edilen kadının yolundan gitmektir. Lanetli olmaktır! Onların laneti senin için bir övgü olsun.

 Ondan korkma... Başkaldırdığın zaman Lilith'in lanetini anlayacaksın. Özgür bir insan için, başkaldıran lanetli olamaz. Lilith'in lanetini kaldır. Anla onu...

 Biz Lilith'in çocuklarıyız. Boyun eğmediğimiz için cennetten kovulduğumuzda, cennetin hiç var olmadığını anladık. Kovulanlar olarak sana oradan çıkmanı söylüyoruz. Gel ve gerçeğin acısını çek.
 Prenses Gizlihan'ın sarayında, zümrütten meyvelerle eğlenmektense, bir güvercinin peşinden git. Başkasının hayal dünyasında yaşama onursuzluğundan vazgeç! Gel... Çünkü hep buradaydın ve Şahmaran her zaman cömertti.